Deniz kıyısında, gemilerde evcilik oynayarak büyüyünce, denizle yaşıtlarından farklı bir ilişkisi oldu. Babasının arkadaşlıkları sayesinde köprü üstünde yaptığı yolculuklarda kaptanlara duyulan saygı, kıyafetleri, küçük yaşlarda kaptan olma hayali kurmaya başlamasına yol açtı. Hem de herhangi bir gemiye değil, “Türk Bayraklı, sarı bacalı, çift çapalı“ diye tarif ettiği Türkiye Denizcilik İşletmeleri gemilerine kaptan olmak istiyordu.
Ancak önündeki en büyük engel, o güne kadar Denizcilik İşletmelerinin hiç kadın kaptan almamasıydı. Üstelik kaptan yetiştiren tek fakülte de kız öğrenci kabul etmiyordu. İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Su Altı Teknolojisi bölümünden mezun olup, kaptanlık kursuyla uluslararası sularda kaptanlık yapmayı başardı. Uzun uğraşlardan sonra 1999 yılında Türkiye Denizcilik İşletmesi’nin ilk Türk kadın kaptanı oldu. Sevinci, 9 ay karnında, bir yıl da kucağında birlikte sefere çıktığı dünyalar güzeli kızının otizmli olduğunu öğrendiği güne kadar sürdü. Yıllarca uğruna savaş verip elde ettiği gemi kaptanlığını, Dila Deniz’in yanından hiç ayrılmayıp, sonsuz sevgisiyle büyütmek için ardında bıraktı.
Kızı için Eskişehir’e yerleşen, deniz, gemicilik ile ilişkisi kurduğu Kadın Gemi Kaptanları, Mühendisleri ve Denizciler Derneği ve yazları gittiği Gökçeada ile sınırlı kalan Sedef Esra Ulutürk Dinç ile önce kaptan olmak için sonra da kızını yetiştirmek için verdiği zorlu savaşını konuştuk.
-Denizcilik tutkunuz nasıl başladı?
Gökçeada’da büyüdüm. Ben 2 yaşındayken babam İstanbul Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olduğu için Gökçeada’ya geliyor araştırmalar sebebiyle. Çok beğeniyor, çok bakir, çok araştırılması gereken, bir sürü bilinmezlerin ortaya çıkarılması gereken bir yer olduğunu düşünüp, İstanbul Üniversitesi’nin Gökçeada’daki Hidrobiyoloji Enstitüsü’nde çalışmaya talip oluyor.
Burada 25 sene müdürlük yapıyor. Aynı zamanda üniversitenin araştırma gemileriyle sürekli deniz içinde olan bir akademisyen. İstanbul Üniversitesi’nin gemilerindeyiz sürekli. Babam müsait olduğunda bizi de alırdı araştırma gezilerine. Gemide evcilik oynardık. 18 yaşlarında, scuba dalış yapmaya başladım.
Biz ilk orta liseyi orada okuduk. Üniversite dönemi başladığında, gemilere çok aşina olduğum, denizi de çok sevdiğim için gemide çalışayım dedim. Gökçeada Çanakkale arası çalışan Türkiye Denizcilik İşletmeleri yolcu gemileriyle başladı bende o aşk. “Türk Bayraklı sarı bacalı, çift çapalı“ gemilere sevgim farklıydı. Türkiye Denizcilik İşletmeleri gemileri böyle anlatılır. Onu gördüğüm zaman içim sıcacık olurdu. Kaptanlar babamın arkadaşıydı, hep köprü üstünde, kaptan köşkünde yolculuk ederdik. Orada kaptanlara duyulan saygı, o üniformalar, ast üst ilişkileri, Allah’ım ne güzel bir ortamdı.
-Aşkınıza kavuşmanız pek kolay olmamış…
Evet. Üniversite sürecinde, babama, “Niye gemilerde hiç kadın yok? Ben de şu gemilerde olamaz mıyım” dedim. Babam kaptan arkadaşlarına sordu. Kaptanlar ya askeriyeden geçiyor ya da kaptan yetiştiren tek okul olan İTÜ Denizcilik Fakültesi‘nden alınıyor. Bu fakülte de kız öğrenci almıyor. Girmek için erkek olma şartı var. “Tabii ki girebilirsin ama çok mücadele vermek gerekir. Yani prosedürler değişecek, kurallar değişecek” dedi babam. Bunu gerçekleştirmenin mücadelesini babamla birlikte yaptık.
İstanbul Üniversitesi Teknik Bilimler Su Altı Teknolojisi bölümünden mezun oldum 1993 yılında. Fakültelerin kadın alması, uzak yol ehliyeti vermeleri, bizim mezuniyetimizden sonra başladı. Ben hizmetle yükseldim.
-Kaç kız öğrenciydiniz siz okula girdiğinizde?
Biz sınıfta üç kızdık, ama diğerleri gemilerde hiç çalışmadı. Bir tanesi zaten hiç kaptan ehliyeti almadı. Diğeri alıp sadece karada bir süre çalıştı. Gemiye hiç çıkmadı. Yapamayız diye düşündü. Ben sadece yapabiliriz, almalıyız peşinden gittim. 99 yılında ben Türk Bayraklı Yolcu Gemilerine girdiğimde, İzmir Denizcilik Fakültesi de ilk öğrencilerini almaya başladı.
Mezuniyetten sonra, denizle alakalı bir iş olduğu için Kalamış Marina’da liman müdür yardımcısı olarak işe başladım. Ondan sonra Ukrayna-Türkiye arası yani Odessa-İstanbul arası bir yolcu gemisinde, 96-97 yılları arasında 4. kaptan olarak çalıştım.
Sonra 99 yılında da hep hedefim olan Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nde başladım. Yani nerede çalışırsam çalışayım demedim, yıllarca işletmede çalışmak için dilekçe verdim. Ben sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yolcu Gemileri’nin ilk Türk kadın kaptanı olmak istedim. O gemilerin çok güzel bir sistemi olduğunu, Atatürk’ün bindiği gemilerin bulunduğu şirket olduğunu biliyordum.
Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürüne ulaşamıyorum, verdiğim dilekçeler hep dönüyor. Kadın kaptan olmaz, çalışamaz falan, böyle bir sürü yorumlar. Çok kavgalara girdim. Dediler ki sendika izin vermiyor. Sendikaya gittim, kavga ettim.
En son Genel Müdür Muzaffer Akkaya döneminde kendisine, “Yıllardır dilekçe veriyorum Deniz İşletmeleri yolcu gemilerine girmek için. Yeterliliğim tamam. Yurt dışı gemilerinde çalışabiliyorum. Yabancı bayraklı gemilerde çalışabiliyorum. Ama neden bir Türk kadın kaptan olarak Türk yolcu gemilerinde çalışamıyorum? Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti temsil eden bir kadınım. Cumhuriyetin 76. yılını kutluyoruz ve neden bir Türk kadın hala gemilerde yok“dedim. Bir süre sonra dilekçem kabul edildi. Birtakım sınavlardan geçtim. Ardından görevlendirildim.
-Yurt dışı gemilerde daha çok para kazanacaktınız belki değil mi?
Uzak yola giden yük gemileri, tankerlerde tabii ki daha fazla para kazanırdım. Devlete ait yolcu gemilerine göre iki katı, üç katı kazanırdım, ama benim amacım özellikle sarı bacalı, çift çapalı, Türk bayraklı yolcu gemileriydi.
-Sonra kaç yıl kaptanlık yapabildiniz?
Asla evlenmeyeceğim diyordum. Zaten gemide çalışan bir kadınla kim evlenir? Çok zor evlilik ve gemi. Eşimle Deniz Yolları’nın Mavi Marmara gemisinde çalışırken tanıştık. Eşim orada 2. mühendisti, ben de 4. kaptandım. Tanıştık, kısa sürede evlendik. Hem işimi yapabileceğim, hem evli olabileceğim. Güzel yürür dedim. Eşimle evlenirken “Sakın benden çocuk isteme” dedim. Çünkü ben çocuk yapacak karakterde biri değilim. Mesleğime aşığım. Gemiler benim aşkım. 2000 yılında evlendik. Bazen aynı gemilerde, bazen farklı gemilerde çalıştık eşimle.
2003 yılında kızım Deniz Dila doğdu. Kendim istedim bir bebeğimiz olsun. Çocuk da yaparım kariyer de dedim. Hamileyken de çalıştım. Tabii bebek olduktan sonra biraz zorlandım. Emzirmesi, etmesi çok kolay değil gemide. Dila 6 aylık olduktan sonra gemiye onu da götürmeye başladık, ama 1 yaşındayken, kış seferine denk geldik. Bebek çok zorlandı. Gemide kusmaya başladı. Deniz bu. Ağır hava şartları var. Çocuk rahatsız olunca çok üzüldüm, onu anneme bırakıp sefere çıkmaya başladım. 3 yaşına kadar devam ettim. Fakat farklı bir çocuk olduğunu anlamaya başladık. Daha doğrusu annem anladı. “Esra bebekte bir farklılık var” dedi.
Bebek çok tatlı, çok güzel, sağlıklı. Hiçbir farklılık göremiyoruz. Öneri üzerine Prof. Dr. Barış Korkmaz’a gittik. “Çocuğunuzda yaygın gelişimsel bozukluk var” dedi. “O ne hocam?” dedim. İnanın beynim yanıyor, anlamadım bile. “Otizm diyeyim” dedi. “O ne?” dedik, “Bilmiyoruz.” falan işte. “Kitabım var. Yağmur Çocuklar alın okuyun. Anlarsınız” dedi. Otizmli çocuğumuz olmuş.
Sonra tabii işler değişti hayatımda. Hoca, “Bunun tıbbi tedavisi yok. Çünkü sebebi belli değil. En önemli şey sevgi. Sürekli yanında olmanız, ilgilenmeniz, özel eğitim gerekiyor” dedi. “Ben kaptanım, sefere gidiyorum” deyince, “Hiçbir şey diyemeyeceğim. Siz karar vereceksiniz artık” dedi.
Yani bir anne ne yapabilirdi? Bilmiyorum ben mi yaptım bir tek bunu? Bırakamadım çocuğumu. Kıyamadım. Çok çabaladım mesleği elde edeyim diye. Bir de gerçekten çok güzel bir yere gelmiştim. İkinci kaptan olmuştum. Artık Esra Kaptan otoritesi oturmuştu. Çok zor bir dönüm noktası, çok zor bir karardı. Ama çocuğu tercih ettim. Mesleği bıraktım. İstifa ettim 2006 yılında.
-Dönme ihtimaliniz var mı?
İstesem dönerim ama tabii devlete dönme şansım şu an yok. Çünkü devlette yolcu gemileri yok artık maalesef. Çok güzel para kazanıyoruz biz denizciler. Bir bakıcı tutabilirdim. Ama nasıl güveneyim? Konuşamayan bir bebek.
-Zor gelmiştir gemiden, denizden uzaklaşmak…
O süreçte psikolojimin çok bozulmuş olması gerekir. Hani en büyük aşkım gemiden ayrıldım ama öyle bir şeye girdik ki özel eğitim filan derken o yıllar nasıl geçti anlamadım. Sonra ilkokul zamanı geldi Dilan’ın. İlkokula gitmesi gerekiyor. Ama nasıl göndereceksiniz konuşamayan bir çocuğu? Bir yıl daha ana okuluna devam ettirdim.
Sonra İstanbul’da araştırdık. Okullar otizmli olduğunu öğrenince hemen yan çizdi. Amerika’ya götüreyim derken, bir arkadaşım, “Eskişehir bunun yeri. Anadolu Üniversitesi’nde, özel eğitim bölümü var. Dil ve konuşma merkezi var. Türkiye’nin özel eğitimcileri orada yetişiyor, yurt dışı bağlantıları var” dedi. Geldik Eskişehir’e, hakikaten Anadolu Üniversitesi’nde Engelliler Araştırma Enstitüsü diye bir yer var. DİLKOM var. Şehir çok rahat. Yılmaz Büyükerşen gibi muazzam bir hoca belediye başkanı. İnsanlar engellilere karşı çok bilinçli. Bir engelli kriz geçirdiğinde yardımcı olmaya çalışıyor insanlar. Kaçmıyor.
-Siz Eskişehir’de yaşıyorsunuz, eşiniz İstanbul’da çalışıyor değil mi?
Evet. Buradan trenle gidip geliyor. İki gün gemide, iki gün evde. İstese uzak yola da gidebilir. Çok daha fazla para kazanabilir ama bizi bırakamıyor. Biz de onu bırakamıyoruz.
-“ İLK KEZ DİLA’NIN YAPAMADIKLARI DEĞİL, YAPTIĞI KONUŞULDU”
-Dila’nın spor başarısı da var?
Evet, biz ilkokul için buraya geldik. İlk 4’ü kaynaştırma öğrencisi olarak okuttuk. Arkadaşları, öğretmenleri Dila’yı sevsinler, benimsesinler diye çok fazla efor sarf ettim gerçekten. Sıra ortaokul kısmına gelince, özel eğitim okuluna gitsin Dila dediler. Ben de “Hayır özel eğitim okuluna gitmeyecek. Farklı gelişim göstermeyen çocuklar neredeyse Dila da onların arasında, farklı bir arkadaşları olarak okumalı” dedim. Onlar için Dila bir ders. Dila’nın o kaynaştırmada beraber okuduğu çocukların hiçbiri otizmli gördüğü zaman yaratık görmüş gibi kaçmıyor. Dila’yı kabullendiler. Neyse ortaokulda bir özel eğitim sınıfı açtırdık. O da ayrı bir mücadele. Dila, iki arkadaşı daha üç otizmli çocuk hem kaynaştırma hem özel eğitim sınıfında ders aldılar. Yani normal okulun içinde kaldık. Ortaokul sürecinde sağ olsun Yılmaz Büyükerşen hoca Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nin kapalı yüzme havuzunda yüzme imkanı verdi Dila’ya. Yüzmeyi zaten çok iyi biliyor Dila. Her yaz Gökçe’ada’da yüzmeyi öğrenmişti. Orada onu yarışmalara hazırladık. Otizmli kızlarda, Yıldız Kızlar’da 3 altın madalya aldı. Türkiye şampiyonu oldu.
Evet. Böyle başarımız oldu. Ortaokulu bitirdikten sonra lise eğitimini göndermedim. Çünkü biliyorum çocuğum kapasitesini. Orada başıma neler geleceğini de biliyorum. En güzel şey, yüzme yarışmalarındaki şampiyonluğu oldu. Hep Dila’nın yapamadığı şeyleri bana anlatıyorlardı. Okuma yazma öğrenemedi, renkleri öğrenemedi, sayıları öğrenemedi. Bu şampiyonlukla çok güzel bir iş başardık. Herkes gurur duydu ve beni tebrik etti birileri çocuğumla ilgili. Düşünün yani.
Berrin Tuncel Birer